hesabın var mı? giriş yap

  • bölüğe yeni biri gelmişti. psikopatım ayağına hiçbir yerde 3 aydan fazla kalamamış, gittiği her yerden gönderilmeye çalışılan bir tip. gele gele bizim bölüğe geldiydi. nöbetçi çavuş olduğum bir sabah, onun yattığı ranzaların olduğu yerden sesler geliyor. "ne oldu, ne bu şamata" derken bu yiğit çişi gelince koğuşun duvarına işemiş. wc'ye gitmesem de olur demiş. sidik var duvarda ve yerde. nöbetçi çavuş benim, demez mi iki gün sonra asker ağzımıza da s.çar bu diye. sordum neden böyle birşey yaptın, cevap vermiyor kafa önde. tüm o kafa önde sessizlik piçliğini de iyi bilirim ben.

    şimdi ben belgesel izleyen, o belgeselde bölgesini belli etmek için çişini yapan leopara, aslana, çakala vs saygı duyan, hümanist bir beyaz türk olarak bu ortadoğu faresini bir güzel dövdüm. yani dayağın sonu boktan yerlere çıktı, kafasını falan işediği duvara falan sürttüm, öyle güzel dövdüm. yiğidim karşılık vermek istedi bir an, hiyerarşiden de haberi yok, dayak faslını uzattım iki kişilik dövdüm. ben temizlerim dedi, madem temizleyeceksin niye işedin dedim bir daha dövdüm.

    askerlik son okul demişti komutanlar, buradan adam olmayıp giden sittin sene adam olamaz demişti. muhtemelen evinin içine işemiyorsun, dayağa yemesen de işemezdin ama senin adamlığında bir gr faydam varsa hakkımı helal etmiyorum. insan koğuşa işer mi amk? serengeti milli parkı mı lan burası, çişinle bize mesaj vermeye çalışıyorsun, yer miyiz biz psikopatım ayağını.

  • yaklaşık 5 aydır yalnız yaşıyorum, başta çok korkmuştum, baş edemem sanmıştım ama zor yanları olduğu kadar harika taraflarının da olduğunu görüp, bi de belki de sadece çaresizlikten kabullenip alıştım yalnızlığa.
    şikayet etmez oldum zaman içinde.
    ama bazı anlar var ki sanki hiç yalnız kalmamışsın gibi..

    annem geldi 2-3 gün önce bir iş için, o günden beri birlikte takılıyoruz, ben işten geliyorum annem evde beni bekliyor oluyor, eve bi giriyorum televizyon sesi açık -ki ben tv izlemem-, ışıklar yanıyor, içerde yemek kokusu buram buram, ev mis gibi temizlik kokuyor, ben masayı hazırlıyorum, yemeğimizi yiyoruz, tv'deki bi programa kahkahalarla gülüyoruz, o sadece bahanesi oluyor aslında nasıl da gülesimiz varmış. dışarı çıkıyoruz gezip, eve gelip, tekrar çay koyup oturuyoruz falan filan...

    bugün yolcu ettim annemi ama dalgınlık ya işte aklımdan çıkmış, eve bir geldim her yer kapkaranlık, ışıklar haliyle sönük, yemek kokusu yok sadece temizlik kokusu sürüyor, ısıtıcı açılmamış soğuk yüze vuruyor, mutfağa girdim mandalina almış bana annem, tabağa hazırlamış gelince yerim diye. dolabı doldurmuş aç kalmasın benim uyuşuk kızım diye.

    geliyorum oturuyorum odama. o an bir şeyler ağır geliyor, sapıtıyorum. sanki 7 senedir ailesinden ayrı yaşayan hatta 5 aydır evde tek başına yaşayan ben değildim de dedemdi. -selamlar dedem-

    ilk ağırlığı üstümden atıyorum, biliyorum yine alışacağım, çok değil ertesi gün.
    şimdi televizyonu açtım, izlemesem de evde ses oluyor. güzel bi şey bu. evet.

    (bkz: yalnızlığa alışmak)

  • doksanların sonunda yarısıyla okul kantinlerinden simit ve ayran alınabilen paradır. emektardır. defterin bir alt yaprağına konup üzeri kurşun kalemle hafif karalanarak az kopyası çıkartılmamıştır.*

  • (bkz: dost yoğurt)

    bim'den alışveriş yapmayı sevmediğim, huzursuz hissettiğim halde beni her daim bim'e çeken ürünlerden sadece biri. sadece bim'de satıldığını bilmiyordum. yani böyle kaliteli bir ürün migros'ta satılıyordur diye düşündüm ve migros reyon görevlisine sordum;

    +dost yoğurt var mı?
    - malesef efendim, pınar var, sütaş var, sek..
    + hiçbir zaman mı yoktu? yoksa kalmadı mı?
    - bildiğim kadarıyla dost yoğurt satan tek bir yer var beyfendi.
    + bim diyorsun yani... sen nereden biliyorsun?
    - aramızda kalsın ben de çok seviyorum.
    + vicdansız bunlar. kendilerine bağımlı hale getiriyorlar.
    - ayranı da çok iyi abi. bir de bir peynir markası vardı neydi...
    + yeter duymak istemiyorum!
    - ...
    +şu yarım kiloluk yoğurt ne kadarmış?
    - üzerinde yazıyor beyfendi.
    + oha. dost yoğurdun 1 kiloluğu fiyatında.
    - üstelik dost kadar lezzetli de değil...
    + sus...noolur sus...
    -...

    edit: çok severek tüketsem de uzun zamandır almıyorum. bozulmayan, ekşimeyen yoğurt, yoğurt değildir. başka bişeydir. besin değerinin düşük olmasından değil, farklı katkı maddeleri ihtiva etmesinden çekindiğim için almıyorum.

  • bu grubun şu anki vokalistleri james labrie ilgili hikayesini yazacağım. bu hikaye birinci elden grubun 90 ile 94 yılları arasında hem yakın arkadaşı konumunda (özellikle mike portnoy ile) olan ve zamanında barlarda çıkmasını ve tanınınmasını sağlayan arkadaş ekolünden gelen bir menajerden öğrenerek yazıyorum. (hoş bu bağlantı için de arada bir arkadaş vardı ama olsun.)

    özet tutarak başlamak istiyorum, çünkü olayın başlangıcı dream theater sevenlerinin bildiği bir hikaye.

    charlie dominici gruptan çıkarılıyor. efendi bir adam olmasına rağmen grubun niteliklerini karşılamıyor ve canlı performanslar verimsiz geçiyor. yollar ayrılıyor. gruptan çıktıktan sonra tabii biz dinleyecilere yansımayan uzun süreler boyunca 200'den fazla vokal deneniyor.

    bunlardan bizim bildiklerimiz; chris collins, john arch, chris cintron, steve stone ve john hendricks. özellikle bu vokallere ortak olarak to live forever şarkısını seslendirtiliyor.

    son olarak ise, john petrucci'nin yakın arkadaşlarından birinin aracılığıyla hızlı bir şekilde kanada'da winter rose grubunda vokal olan james labrie'nin kayıtları geliyor. olay burada başlıyor zaten. grup charlie dominici sonrası geoff tate gibi bir tenor vokal arıyor, james labrie kayıtları grupta herkesi etkiliyor lakin john petrucci'ye göre vokaller biraz fazla chessy ve glam. zaten james labrie'nin gönderilen kayıtları winter rose grubuyla yaptıkları glam rock şarkıları. bu noktada grupta özellikle mike portnoy ile john petrucci arasında bir düşünce ve karar savaşı çıkıyor. mike portnoy deyim yerinde aşık oluyor james'in sesine, john ise karamsar. james labrie birebir görüşme için çağrılıyor, birkaç şarkı stüdyoda kayıt ediliyor, (to live forever, take the time, learning to live) ve herkes büyülünerek direkt başka bir vokale zaman harcanmadan kabul ediliyor gruba. gruba girişinin ana mimarı tamamen mike portnoy.

    hikayenin en ironik tarafları da buraları zaten. gruba girdiğinden itibaren mike portnoy ile james labrie resmen aşık bir çift gibi takılıyor. mike resmen gösterdiği performanslardan ötürü james'e tapıyor. bu ortak arkadaşın deyimine göre, yediği içtiği ayrı gitmeyen toplamda 2-3 senelik zaman geçiyor. yine bu ortak arkadaşın deyimiyle, konser öncesi, konser sonrası, aileler arası takılmalarda james ve mike hiç kopmuyormuş.

    ve elbette dünya müzik tarihindeki en kötü, en hazin anlardan biri. 94 yılının sonu, james labrie tatilinde yediği bir besin sonrası geçirdiği boğaz enfeksiyonu ve ses tellerinin zarar görmesi sebebiyle sesinin niteliğini büyük ölçüde kaybetmiştir. bu olay dream theater müzik tarihinin dönüm noktalarından biridir.

    birkaç röportajda belki okuyanlarınız olmuştur, özellikle james labrie ile olanlarda. james bu kazayı geçiriyor. sonrasında birçok doktora gözüküyor, tüm grup üyeleri onu bu rahatsızlığı esnasında takip ediyor doktor doktor. neden? çünkü yapacakları turneler ve dolayısıyla paralar bu iyileşmeye bağlı. doktorlar en az 6 ay ile 1 yıl arasında sesini hiç kullanmama şartı koymasına rağmen özellikle ayarlanmış olan asya turnesi ve sonrasında çıkacak olan dvd'lerden olan "awake in japan" konserlerinde görüldüğü üzere james'in sesi inanılmaz kırılgan ve çoğu yerde sesi çatlıyor. doktorların tüm tavsiyelerine rağmen james en sevdiği dostu mike portnoy'un isteklerini kırmamak için koca turneye çıkıyor. sonraki röportajlardan öğreniyoruz ki, john myung ve petrucci bu turneleri ertelemek istemişler. o dönemler ve 2010'lara kadar grubun tüm setlist, turne programlarını da düzenleyen adam mike portnoy elbette. grubun yeni yeni şahlandığı 92-94 zamanlarında koskoca asya turnesini reddetmek herhalde dream theater için büyük bir kayıp olacaktı ticari açıdan düşünecek olunursa.

    lakin bu turneler sonrası 96 yılına kadar ki sürece kadar james labrie sesinin kontrolünü iyice kaybediyor ve sesi daha da inceliyor. awake albümü vokalleri ile falling into infinity albümü vokalleri arasındaki farkı dinleyenler anlayacaktır. bu vokal farklılığı tarz değiştirme isteği değil, james labrie'nin o zamanki vokal durumuna ayak uydurmakla alakalı bir durum.

    o dönem konuşulanlara göre bile, fii albümü öncesi mike portnoy kariyerlerinin ilk dönemlerinde james labrie'yi gruptan çıkartmak için grubuyla konuşmuş bile .o arasından su sızmadığı, vokallerine taptığı ve ticari gelir uğruna hasta bir şekilde turneye zorladığı arkadaşını gruptan çıkarmak istedi. diğer grup üyelerinin engelleri ile karşılaştı elbette. çünkü james labrie 91 yılından itibaren grubunun yükselişinin ana nedenlerinden biriydi. images and words ve awake albümlerinin stüdyo vokalleri ve canlı performanslar o dönemin en sükse getiren işlerinden biri olmuştu. grup genel olarak tüm talihsizliklere rağmen james labrie'nin vokaline tutunmaya devam etti. john petrucci'nin bir röportajında söylediği gibi, "en iyi vokal midir, göreceli ama bizim için en iyisi olduğu kesin."

    bir şekilde falling into infinity ve scenes from a memory albümleri atlatılıyor. fii albümü kariyerde bir düşüşe sebebiyet verse de, sfam albümü gruba tekrar ivme kazandırıyor. burada belirtmek gerekir ki, james labrie scenes from a memory turnesinde yine bir boğaz problemi yaşıyor kore'de. zaten sonrasında 1 yıl kadar uzun süre grup bir inzivaya çekiliyor.

    sonrasında 2002 yılında, six degrees of inner turbulance albümü geliyor. yine progresif müzik camiasından takdir toplayan bir albüm oluyor. albümü destekleyen turnenin tam ortasında mike portnoy yine james labrie'yi kovmak istiyor. bu sefer kovmak kelimesini kullanıyorum çünkü gerçekten bu sefer ortalık biraz karışıyor. portnoy gruptaki forsunu kullanarak iyice james labrie dışlayıcı eylemlerde bulunuyor. olayın petrucci tarafından toparlandığı söyleniyor. grubun bu dönemde yaşadığı karmaşanın farklı bir detayı, grubun yakın bir tanıdığı ve fanı olan rick wilson tarafından yazılan grubun biyografi "lifting shadows" kitabında da anlatılıyor.

    sonrasında sanırım sular biraz daha duruluyor ki, ardından çok da fazla harala gürele olmadan train of thought, octavarium, systematic chaos ve black clouds and silver linnings albümleri geliyor.

    sonrası malum, mike portnoy gruptan ayrılıyor. gruptan ayrıldıktan sonraki özellikle 5 sene içerisinde hem kendisini rezil ediyor, hem de eski grup arkadaşlarını. özelikle hedefinde elbette james labrie var. nasıl bir kinse bu artık bitmiyor. kendi resmi sitesinden james labrie başlıklı tüm girdileri kaldırıyor. verdiği röportajlarda onu aşağılayıcı söylemlerde bulunuyor...vs.

    en son james labrie 2019 senesinde verdiği bir röportajda, özellikle 96 senesinden itibaren mike portnoy tarafından mental baskıya maruz kaldığını açık açık söylüyor. gruptan kendi isteğiyla çıkmak istediğini, myung ve petrucci tarafından engellendiğini, uzun süreler sadece konser ve albüm kayıtları dışında portnoy ile asla konuşmadıklarını. 2002 yılına kadar psikolojik destek aldığını ve 2002 dönemine kadar birkaç kez daha gruptan çıkmak istediğini dillendirmiş.

    bence bu adamın yaşadığı şeyler gerçekten travmatik. adamın 90'lı yılların ilk yarısındaki konser performanslarını izliyorsun. bunu söyleyen, icra eden insan olamaz diyorsun. sonra bir besin yüzünden sesini kaybediyorsun. tamam ondan sonra da harika performansları var ama eskisi gibi değil işte. bu adam kendi grubu uğruna yıllar boyunca yolda kalmamak için ses tekniğini bilmem kaç kez değiştiriyor.

    ve sen gruba katıldığından andan itibaren yol arkadaşım dediğin, yediğin içtiğin ayrı gitmeyen insan tarafından bu tür mental baskılara maruz kalıyorsun. mike portnoy'un zaten sosyal medyada çizdiği profilden ne leş bir adam olduğu belli de, yine de bazı şeyler çok yaralıyıcı.

    91 yılında grup arkadaşlarını james labrie vokal olsun diye ikna edip, dost olan portnoy'dan, arkadaşı rahatsızlanınca ona ticari kazancı için zaman tanımayan, istediği vokale bürününce de defalarca gruptan kovmak isteyen portnoy'a harika bir evrim.

    ben, tüm talihsizliklere rağmen james labrie gibi tınısı eşsiz bir vokale sahip olduğumuz için şanslı olduğumuzu düşünüyorum. evet, eski performansı yok. hem yaşından dolayı (ses organik bir enstrümandır, zamanla verimi düşer) hem de dream theater vokallerinin zorluğundan dolayı ayak uydurmakta zorlansa da ben sesini çok seviyorum. en iyi vokal midir bilemem ama dream theater melodilerine en iyi hayat veren vokal olduğu açık.