hesabın var mı? giriş yap

  • "gamzedeyim deva bulmam" şarkısında geçen gamzedeyim sözünün gamzenin içinde bulunma hali diil (bu ne demek lan), dert anlamındaki gam ile zarar gören anlamındaki zede kelimelerinin birleşimi olduğunu öğrenmek (bkz: gamzede).

  • belki fakirliktendir sebebini tam hatırlamıyorum ama çocukken bahçede sağda solda oynarken yorulup anneden yemek istediğimizde ekmek arası toz şeker hazırlanırdı. önce ekmeğin arasına sana yağı sürülür üstüne toz şeker serpiştirilirdi. pis ellerle onu mideye indirmenin tadı hala damağımdadır.

  • ing. cherry blossom, tür. kiraz çiçeği. (eheh)

    japonya'da baharın müjdecisi olmasına rağmen, daha solmadan en güzel halindeyken dallarından düşmesi sebebiyle edebiyatta ölüm ile yaşamın bir aradalığı, fanilik, aşkın en güzel mevsimindeyken ayrılık- yarım kalmışlık gibi sembollerle ifade edilir. örneğin japonya'da evlenmek için dua edenlerin sakura servis etmesi makbul iken, evlilik töreni esnasında evliliğin çabuk bitmesi isteği manasına geleceği için kat'i suretle sakura çayının verilmemesinin altında yatan da bu bir aradalıktır. anlayacağınız sakura'yı ağacından düşerken mi, dalında mı, tomurcuklarından patlarken mi resmettiğin ne kadar önemliyse, sakura çayını nerede ikram ettiğin de bir o kadar önemlidir.

    misal militarizmin her güzel şeyi savaş estetizasyonunda kullanması gibi japonya'da da amerikan saldırılarına karşı insan güdümlü roket atar olarak kullanılan yokosuka ohka namzet uçakların sembolü bir intihar pilotunun düşüşüne yakışır şekilde sakura'dır. (şair burada o güzelim ağaçlardan düşen kiraz çiçeklerinin usul usul salınmasını kamikaze pilotlarıymışçasına hayal etmenizi vaaz ediyor) ki tabiki bu da samurayların "ready like the myriad cherry blossoms to scatter" minvali kendilerini nehir kenarlarında yerlere serpilmiş kiraz çiçekleri misali her an ölmeye hazır hissetmesi geleneğinden alıyor. sonra caponlar o nehir kenarlarınki parklarda piknik yapıyor filan.

    ama bitirici vuruşu yapmayacam. sonuçta hep bi yarım kalmışlık var. hepimiz yarımız. (işte sakura çiçekleri gibi filan, hayat...)

  • japonya'da, nerdeyse hicbir magazada, satilan urunlere takili guvenlik alarmi cihazinin olmamasi. ve beraberinde getirdigi 'bir toplumun mutlak bir sekilde durust ve ahlak sahibi olabilecegi' sonucu. bunu yapabilmek icin de tanri inancina gerek olmadigi' cikarimlaridir herhalde.

  • geçen eşim tutturdu aya gidelim. peki dedim kıramadım atladık mekiğimize. normalde hep marsa gidiyoruz da benim hanım evlenmeden önce ailesiyle yazları hep aya gidermiş. neyse efendim aya indik. bir baktım her yer çekirdek. bizim hanım eğildi birkaçını topladı. dedi şimdi kafada faunus var, mekiğe dönünce yeriz. lan meğer ayçekirdeği bildiğin ay çekirdeğiymiş. yemin ediyorum aklım çıkıyordu.

  • engin ardic gibi donanimsiz ve tarih yoksunu bir iktidar borazani kendisine cok kizmis. sen git otellerde fotograf cektir falan demis.

    espiri yapma engin, bunu bile beceremiyorsun.

  • gece yolcuklarinda bir otobusun pesine takilmak iyidir. 50-100 metrelik takip mesafenizi koruyun, takilin. fren lambasina dikkat edin. ayik kalirsiniz.

    ayni sekilde gunduz vakti de gozunuze kestirdiginiz hafif yuksek hizli giden bir arabayi (120 den yuksek olmamak kaydiyla) takibe alin. arada bir gecin, arada bir o sizi gecsin. uzun yolculuklarda karsilasacaksiniz, oyun oynayin. ayik tutuar surucuyu.

    yazin duz yollar uyku getirir. muziksiz cikmayin ve yol bossa genelde sol seridin sag tarafina yakin bir sekilde, yolu ortalar halde gidin.

    kucukbas hayvanlara carpmaktan korkmayin. tilkiye carpmayayim diye iki tane cocuklu arabayi sarampole yuvarliyodum az kalsin. gerek yok vurun.

    sigara icin. bol bol icin. redbulla birlikte icin hatta.

    bunu otostopta bindigim bi kamyoncu abi soylemisti; 42 plakali kamyonlara cok yanasmayin. ayrica eger seridinde giderken yavastan savrularak giden ve hafif saga kirilirken bi anda kendini sola atarak giden kamyonlari hizlica gecin. o kamyoncunun uykusu var demektir demisti.

    geceleri uzunlarinizi acik unutmayin. karsi seritten geleni tehlikeye atarsiniz. bunu zaten biliyorsunuz ama karsi seritten gelen arabanin uzunlari yanmiyorsa bile soyle bi uzunlarinizi acip kapatin. ısaret cakin. o da isaret sellektoru yapacaktir. hem kendinizi hem de karsidaki soforu ayik tutmus olursunuz. win win.

    motorcular arabalarin sol lastiklerinin arkasindan gelirler genelde. sol dikizden gormek zordur, on dikizi surekli kullanin, onlara dikkat edin, yol verin.

    virajlarda kamyon sollarken paniklemeyin. onlar sizi goruyor :) -bi aralar boyle bi tribim vardi- ama sakin ola kamyonlarin sagindan gecmeyi denemeyin, o aynayi hic kullanmiyolar.

    3 saatte bir kesin mola. en az 15 dk.

    100 le gitmek ve 120 ile gitmek arasinda zamansal olaral max yarim saat oynar ama araba kontrolu konusunda dunyalar kadar fark vardir. 110 u gecmeyin.

    hiz limitini gecmeyin tabi ama karsi seritten gelen israrli sellektorlerin, 'ileride radar var panpa, ayik ol' demek oldugunu bilip ona gore davranin.

    veee en onemlisi; sirt cantali bir otostopcu gorurseniz arabaniza alin. anilarini dinleyin, siz de anlatin. ayik olursunuz, hem de arkadaslik kurarsiniz belki.

    gordugunuz uzere yegane amac "ayik olmak". ayik olun! cunku ayik olmak iyidir.

    edit: yazim hatalari

    edit; 'dunyanin en buzin seven insani' ile ufak bi muhabbetten sonra, kopeklere carpmanin takla attirabilecegi olayi dokuldu onume. tabii ki arabaya gore degisen bi durum bu, hafif bi araciniz varsa cok daha mumkun ama yine de boyle bi anda icgudusel hareket edilecektir, hayatta kalma icgudunuz ne derse onu yapacaksiniz. her seye ragmen tilki gibi gorece kucuk hayvanlara carpmak, bariyerlere surmekten cok daha mantiklidir kanimca. yatirim tavsiyesi degildir.

    hayirli edit: sigarayi biraktim, bence siz de birakin. cereze abanin. kavrulmamis badem ve beyaz leblebi favorim.

  • zihnin çalışma mekanizmalarına ışık tutan, okurken sizi gündelik hayatın koşuşturmacasından alabilecek potansiyele sahip, fakat günlük koşuşturmaca sırasında küçük aralıklarla okunmasının mümkün olmayacağı, zihnin gün içinde maruz kaldığı dikkat dağıtıcı uyartılar varken okunması oldukça zor olan, müzik, matematik, fizik, nörobilim, moleküler biyoloji, bilgisayar bilimleri ve daha birçok alanda yetkin olan veya araştırma isteğiyle yanıp tutuşan zihinlerin anlayacağı, daha doğrusu anladığını sanacağı, tek bir okunuşta anlatılan her şeyin sindirilemeyeceğini düşündüğüm, kitaptaki her ara başlıkta anlatılanlarla insanı derin düşüncelere daldıran, insanın düşünce sistemini baştan sona değiştiren, evrenin anlamını bulmasını sağlayan, şu ana kadar okuduğunuz bilinç, nörobilim ve yapay zeka okumalarına anlam katan, bütün her şeyin sırrını çözmüşsünüz gibi hissetmenizi sağlayan formalite gereği kitap dediğimiz, aslında kendisi başlı başına başka bir şey olan, geb'dir. hayır! kitap değil, geb.

    diğer herkesin yazmış olduğu gibi tuğla olan bir geb'dir. geb, sekiz yüz küsur sayfadan oluşan, oku oku bitmeyen ama oku oku bitirmek de istemediğiniz ve çevrenizde "2 aydır aynı kitabı okuyorsun, bir bitiremedin şunu" söylemlerine bir tarafınızla gülmenize sebep olup tekrar doğruca geb'e geri dalmanıza sebep olan bir geb'dir.

    geb'de her ara başlıkta anlatılan şeyler üzerine saatlerce düşünülebilir. geb düşünce sisteminizi değiştirebilecek türden bir geb'dir. bende yarattığı etki de böyle oldu. geb'de anlatılan şeylerin ne kadar doğru olduğunu gördüm. çocukluğumdan beridir farkettiğim fakat anlamlandıramadığım paradoksları anlamlandırdı. sık sık karşımıza çıkan garip döngüleri, kendi kendine referanslılık durumunu ve bu durum içindeki anlamsızlıktan aslında nasıl bir anlam ortaya çıktığı anlatılıyor. bütün bu teknik kısımları okurken aslında teknik kısmın sahip olduğu izomorfizmi görüyorsunuz. daha kolay açıklayabilmek adına: öğrendiklerinizi gerçek hayatta karşınıza çıkan en basit şeylere dahi uyarlayabilmenizi sağlıyor. örneğin: müzik, sistematik düşünme, sistematik öğrenme ve görsel sanatlar. buna ek olarak geb'de zeka, yaratıcılık gibi olguların da nasıl ortaya çıktığı da irdeleniyor ve bu sayede kendinizi daha kolay anlıyorsunuz.

    yazar geb'de anlatmak istediği şeyleri olabildiği kadar basit bir dille anlatmaya çalışmamış. popüler bilim kitaplarındaki gibi daha önceden bahsedilen fikirlerden tekrar tekrar bahsedilmiyor. bu sebeple okuduğunuz zaman o an anladınız anladınız anlamadıysanız okuduklarınız havada kalacaktır. bu sebeple zor kısımlarında elime kalem alıp, çalışma masamın başında matematik çalışıyormuşum gibi okumam gerekti. geb'i okumak benim için zaman zaman sıkıcı olmuş olsa da büyük bir kısmında oldukça eğlendim. diyaloglar aracılığıyla yazarın bir sonraki bölümde nelerden bahsedileceğine dair bir önbilgi vermesi, dolayısıyla da sizin "aneeeey neler okuyacağım ben bir sonraki bölümde" diye heyecanlanmanızı sağladığı için geb'i okuma isteğiniz daha da körükleniyor. yazar bunu yaparak anlamı da çok güzel bir şekilde pekiştirmiş. bütün bunlara rağmen okurken sakin ve dingin bir kafayla okumanız ve geb'e iyi odaklanmanız gerekecek. doğru ortamı sağlarsanız geb'de bahsedilen olguların ve bilincin fiziksel dünya ile olan bu sıkı bağlarının farkında olduğunuz zaman paradigma kaymaları, aydınlanmaların ardı arkası kesilmiyor.

    geb'i okuduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. geb'den öğrendiklerim bakış açımı değiştirdi. geb'i baştan sona mutlaka bir kere daha okuyacağımı düşünüyorum. ayrıca kitabı birçok şeye referans olarak kullanabileceğimi düşünüyorum.

    geb'den birkaç alıntı yapmak istiyorum. bunlar kitabın genel olarak bütünlüğünü bozmayan yani "spoiler" olmayan alıntılardır. geb'le ilgili bir fikir vermesi amacıyla paylaşıyorum. ben geb'in ingilizce versiyonunu okudum. türkçe çevirisini de yetersiz bulduğum için alıntılarım ingilizce olacaktır:

    "this brings up a question which is a slight digression from al, but actually not a
    huge one. ıt is this: when you see the word "ı" or "me" in a text, what do you take it to be referring to? for instance, think of the phrase "wash me" which appears occasionally on the back of dirty trucks. who is this "me"? ıs this an outcry of some forlorn child who, in desperation to have a bath, scribbled the words on the nearest surface? or is the truck requesting a wash? or, perhaps, does the sentence itself wish to be given a shower? or, is it that the filthy english language is asking to be cleansed? one could go on and on in this game. ın this case, the phrase is a joke, and one is supposed to pretend, on some level, that the truck itself wrote the phrase and is requesting a wash. on another level, one clearly recognizes the writing as that of a child, and enjoys the humor of the misdirection. here, in fact, is a game based on reading the "me" at the wrong level."

    ------

    "one of the most severe of all problems of evidence interpretation is that of trying to
    interpret all the confusing signals from the outside as to who one is. ın this case, the
    potential for intralevel and interlevel conflict is tremendous. the psychic mechanisms
    have to deal simultaneously with the individual's internal need for self-esteem and the constant flow of evidence from the outside affecting the self-image. the result is that information flows in a complex swirl between different levels of the personality; as it goes round and round, parts of it get magnified, reduced, negated, or otherwise distorted,and then those parts in turn get further subjected to the same sort of swirl, over and over again-all of this in an attempt to reconcile what is, with what we wish were.

    the upshot is that the total picture of "who ı am" is integrated in some
    enormously complex way inside the entire mental structure, and contains in each one of us a large number of unresolved, possibly unresolvable, inconsistencies. these
    undoubtedly provide much of the dynamic tension which is so much a part of being
    human. out of this tension between the inside and outside notions of who we are come the drives towards various goals that make each of us unique. thus, ironically, something which we all have in common-the fact of being self-reflecting conscious beings-leads to the rich diversity in the ways we have of internalizing evidence about all sorts of things, and in the end winds up being one of the major forces in creating distinct individuals."

    -------

    "there is no reason to expect that "ı", or "the self"', should not be represented by a
    symbol. ın fact, the symbol for the self is probably the most complex of all the symbols
    in the brain. for this reason, ı choose to put it on a new level of the hierarchy and call it a subsystem, rather than a symbol. to be precise, by "subsystem", ı mean a constellation of symbols, each of which can be separately activated under the control of the subsystem itself. the image ı wish to convey of a subsystem is that it functions almost as an independent "subbrain", equipped with its own repertoire of symbols which can trigger each other internally. of course, there is also much communication between the subsystem and the "outside" world-that is, the rest of the brain. "subsystem" is just another name for an overgrown symbol, one which has gotten so complicated that it has many subsymbols which interact among themselves. thus, there is no strict level distinction between symbols and subsystems.
    because of the extensive links between a subsystem and the rest of the brain
    (some of which will be described shortly), it would be very difficult to draw a sharp
    boundary between the subsystem and the outside; but even if the border is fuzzy, the
    subsystem is quite a real thing. the interesting thing about a subsystem is that, once
    activated and left to its own devices, it can work on its own. thus, two or more
    subsystems of the brain of an individual may operate simultaneously. ı have noticed this
    happening on occasion in my own brain: sometimes ı become aware that two different
    melodies are running through my mind, competing for "my" attention. somehow, each
    melody is being manufactured, or "played", in a separate compartment of my brain. each of the systems responsible for drawing a melody out of my brain is presumably activating a number of symbols, one after another, completely oblivious to the other system doing the same thing. then they both attempt to communicate with a third subsystem of my brain-mv self'-symbol- and it is at that point that the "1" inside my brain gets wind of what's going on: in other words, it starts picking up a chunked description of the activities of those two subsystems."

    -----

    "
    a very important side effect of the self-subsystem is that it can play the role of "soul", in the following sense: in communicating constantly with the rest of the subsystems and symbols in the brain, it keeps track of what symbols are active, and in what way. this means that it has to have symbols for mental activity-in other words, symbols for symbols, and symbols for the actions of symbols.

    of course, this does not elevate consciousness or awareness to any "magical",
    nonphysical level. awareness here is a direct effect of the complex hardware and software we have described. still, despite its earthly origin, this way of describing awareness-as the monitoring of brain activity by a subsystem of the brain itself-seems to resemble the nearly indescribable sensation which we all know and call "consciousness".

    certainly one can see that the complexity here is enough that many unexpected effects could be created. for instance, it is quite plausible that a computer program with this kind of structure would make statements about itself which would have a great deal of resemblance to statements which people commonly make about themselves. this includes insisting that it has free will, that it is not explicable as a "sum of its parts", and so on. (on this subject, see the article "matter, mind, and models" by m. minsky in his book semantic ınformation processing.) what kind of guarantee is there that a subsystem, such as ı have here postulated, which represents the self, actually exists in our brains? could a whole complex network of symbols such as has been described above evolve without a self-symbol evolving, how could these symbols and their activities play out "isomorphic" mental events to real events in the surrounding universe, if there were no symbol for the host organism, all the stimuli coming into the system are centered on one small mass in space. ıt would be quite a glaring hole in a brain's symbolic structure not to have a symbol for the physical object in which it is housed, and which plays a larger role in the events it mirrors than any other object. ın fact, upon reflection, it seems that the only way one could make sense of the world surrounding a localized animate object is to understand the role of that object in relation to the other objects around it. this necessitates the existence of a selfsymbol; and the step from symbol to subsystem is merely a reflection of the importance of the selfsymbol', and is not a qualitative change."

  • %90'ı görgüsüz, varoş olan kesimin istilası. koca koca arabalarla ters yöne girerler, yolun ortasına park ederler, havalı havalı gezerler sonra da almanya'yı kötülerler amk evlatları. almanya'nın tek kötü yanı bu çomarları eğitememiş olması.

  • schengen vizesi konusunda uyarımdır. herkes hükümeti suçluyor ama hükümet tek başına suçlu değil. schengen vizesini vermeyen ülkeler de suçlu. işsiz, kaçak çalışacağı belli olan adamlar için değil ama iyi bir mesleği olup, uzun yıllar aynı şirkette çalışan, kamuda çalışan adamların veya evladı yurt dışında çalışan 60 yaş üstü insanların vize konusunda süründürülmesini rasyonel ve adil bulmuyorum.

    bu insanların ülkeye gelip kaçak çalışma veya iltica etme ihtimali sıradan diğer gruba göre daha düşük. daha da komiği nerede kaçak çalışacağı 2 km öteden belli adamlar var bunlara vize veriyorlar yukarıdaki gruba vermiyorlar. burada bir sinsilik seziyorum.

    uzun yıllar vize almış ve bunu ihlal etmemiş insanlara bile ret verebiliyor. bunun hiçbir mantıklı açıklaması yok. zaten kendileri bile açıklayamıyor.

    mesela hesapta atıyorum 200.000 tl parası olan adamı "paran 4 günlük tatil için yetersiz" diye reddediyorlar. bak paranın kaynağına güvenmedik diyebilirler buna özgü bir açıklama da sunabilirler. ama buna bile gerek duymuyorlar. çoğunu rastgele işaretleyip geçiyorlar.

    babam emekli ve yıllarca yurt dışı gezilerine gitti. durumumuz da şükür ki dededen iyi. geçen yıl vizesi ret geldi. bu ihtiyarlardan ne istiyorsun. çalışacak canları yok. sosyal yardımı da kaçak çalışana yapmıyorlar. sığınma talebi korkun varsa ceza davalarını vs iste vize başvurusunda. mantıksızsa zaten kabul edilmez. ömrünün sonbaharında insanlarla sorunun nedir? başka ülkeden vize aldı. yine geldi tatilini yaptı gitti. ne oldu yük mü bindirdi sana?

    daha insan profillerini okumayı öğrenememişsiniz. karar mekanizmasında çalışıyorsunuz. insan haklarının merkezi olup insan hakları konusunda bu kadar sıçmak da bir başarı.

    bizi bu hale düşürünleri de...

    edit: o kadar yazı yazdım "hala belgelerin tamsa alırsın" diyen var. sonra bu ülkenin iq ortalaması niye düşük.

  • ufkunuzu indirir mi kaldırır mı bilemem ama işinize yarayacağı kesin olan bir bilgi paylaşmak isterim.

    bir çağrı merkezini aradığınızda
    -"ne istediğinizi kısaca söyler misiniz? örneğin; hede hödö diyebilirsiniz."
    gibi bir anonsla karşılaşıyorsanız ve ne derseniz deyin müşteri temsilcisine bağlanamıyorsanız
    -"beni aramışsınız" derseniz
    "sizi müşteri temsilcisine aktarıyorum" cevabını anında alırsınız.

    aradığım pek çok kurumsal firmanın çağrı merkezinde işe yaradı.

    işte bunlar hep bilgi. fav'layın lazım olur.

    -------

    debit: öncelikle debe için teşekkür ederim.

    teşekkür etmek için o kadar çok mesaj gelmiş ki, hepsine buradan "rica ederim" demiş olayım.

    bilgi ile ilgili de şunu ekleyeyim;
    %100 her çağrı merkezinde işe yarar diye bir şey yok elbette. fakat pek çok banka ve operatörde işe yaradığını bizzat test ettikten sonra bilgiyi paylaştım. güle güle kullanın :)

    bilgi kimden ve nereden gelirse gelsin iyidir. paylaşın...