hesabın var mı? giriş yap

  • goztepe civarinda adamin biri bagirdi:
    - isiklarda indirir misin?
    sofor biraz yavasladi soona afalladi birden;
    -abi burda isiklar yok ki???
    -canim indiriver iste bi yerde...(tanik olunmustur bizzat tarafimdan)

  • "erkeğin kavgada sevgilisine attığı mesaj, içinden gelenlerdir. ama kızın attğı mesaj, 4-5 kişilik arkadaş grubunun içinden gelendir."

  • 3 ev arkadaşı oturmaktadır ve bir tanesi üzerindeki elbiseyi ters giydiğini fark eder.

    1: aaa ben ters giymişim bu elbiseyi.
    2: olsun, annem "nazar değmez öyle olunca" derdi.
    1: benim annem "git çıkar onu, işlerin ters gider" derdi.
    3: benim annem "salak" derdi.

  • profilimde ilişki durumu var olarak değişirse, profili şikayet edin. hesabım çalınmıştır.

  • b. dort yasinda bir cocuktur.
    babasini henuz kaybetmis ancak olum hadisesini tam kavrayamamis ve babasini cok ozlemektedir.
    babasini gorme arzusuna ve aglamalarina dayanamayan amca, onu babasinin mezarina goturur.

    - burada mi babam?
    + evet canim.
    - topragin altinda mi?
    + evet.
    - (aglar b.)
    +...

    - karanliktir topragin alti. neden buraya pencere yapmamislar?
    +...
    - (b. yine aglar uzun uzun)

    sonraki gunlerde b. surekli ortadan kaybolmaya baslar. her seferinde onu 2 km otedeki mezarlikta yatan babasinin mezarina uzanmis ve uyumus olarak bulurlar.

    b. su an yetiskin bir kadindir.

    edit: "b" ben degilim.

  • gözleri dudaklarından önce konuşan birine ilk kez rastlıyorum.

    söyleyen de meriç filan değil, sokaktaki tinerci.

  • lise mudurumden geliyor:

    degerli ogretmen arkadaslarim, lutfen ogrencilerinizi 10'ar gun arayla sinif baskani yapin ki ilerde baskan veya baskanlik gibi saplantilari olmasin.

  • ilk kez platon'un euthyphron ile diyaloğunda ortaya atılmış olan felsefi ve teolojik problem.
    kısaca "ahlaki davranışlar tanrı tarafından emredildiği için mi ahlakidir, yoksa ahlaki olduğu için mi tanrı tarafından emredilmiştir" şeklinde bir sorudan ibarettir.

    ortaya 3 farklı seçenek çıkar:
    1-"x tanrı emrettiği için ahlakidir"
    bu cevaba verilebilecek en büyük eleştiri ahlakın keyfi olduğudur. yani tanrı isteseydi kötü şeyleri de emredebilirdi. bu durumda ahlaki emirler şimdikinin tam tersi olurdu.

    2-"x ahlaklı olduğu için tanrı emretmiştir"
    bu durumda da ahlak kurallarını kim koyuyor diye sorabiliriz. çünkü eğer tanrı her şeyin yaratıcısı ise ahlak kurallarını da yaratmış olmalıdır. ayrıca eğer durum böyle ise tanrı'nin da uymak zorunda olduğu bir kurallar bütünü var demektir. diğer bir sorun ise bu cevabın benimsenmesi ile beraber, çoğu teistin kabul etmediği "tanrı olmadan ahlâklı olunamaz" argümanı çöker.

    3-"x tanrı emrettiği için iyidir. ancak tanrı doğası gereği kötü emir veremez"
    burada da ikinci cevaptaki sorunlarla karşılaşıyoruz. "tanrı y eylemini yapamaz" cümlesi teizme aykırıdır. bu nedenle bu cevap da yanlıştır.

    ikilemde ya birinci ya ikinci seçenek tercih edilmek zorunda kalınmış, hristiyanlıkta ockham ile augustinus, islamiyette de eş'ariyye ve mutezile akımları iki farklı ucu desteklemiştir. din felsefesindeki bu tartışma bugün de canlılığını korumaktadır.

    sokrates euthyphron ile pious'un doğası üzerine tartışır. sözcük türkçede "iyi"den daha çok dindar, kutsal, erdemli, zahit anlamlarına geliyor. bu tartışmada euthypro "tanrıları memnun eden şeyin kutsal olduğunu" söyler. ona göre bir eylemin kutsal olmasının kriteri onun tanrılar tarafından istenmesidir. sokrates bu argümanı yeterli bulmaz çünkü tanrılar bir şeyin kutsal olması konusunda aralarında anlaşamayabilirler. bunun üzerine euthyphron argümanını revize eder. kutsal olanın tanrıların ittifakla anlaştıkları şey olduğunu ileri sürer.

    bu noktada bir ikilem ile karşılaşılır. sokrates, bir şeyin bizatihi kutsal olduğu için mi tanrılar tarafından sevildiğini, yoksa tanrılar tarafından sevilen bir şey olduğu için mi kutsal sayıldığını sorar. sokrates ve euthyphron önce birlikte birinci seçeneği kabul ederler. birinci seçeneği seçmek, sokrates'e göre, bizi ikinci seçeneği reddetmeye zorlamaktadır ve bu durumda bir şeyin neden kutsal olduğunu açıklanamaz. her iki argüman da doğru olsa, bizi şöyle bir çıkmaz döngüye sokar: bir şey kutsal olduğu için tanrılar onu sever, tanrılar onu sevdiği için kutsal olur. bu durumda gerçekte kutsalın doğası üzerine bir sonuca ulaşamayız.

    sokrates'in meşhur ikilemi bir miktar değişiklikle tek tanrılı dinlerde de tartışılan bir konu olmaya devam etmiştir. musevi, hıristiyan ve islamteolojilerinde bu tartışma hala sürmektedir. leibniz ikilemin bir versiyonunu şu şekilde ifade etmiştir: "genellikle tanrının emrettiği şeylerin iyi ve adil olduğu kabul edilir. fakat geriye şu soru kalır: bir şey tanrı emrettiği için mi iyi ve adildir, yoksa iyi ve adil olduğu için mi tanrı tarafından emredilmiştir, başka bir ifade ile iyilik ve adalet tanrının keyfi bir seçimi midir, yoksa iyilik ve adalet şeylerin doğasına ait zorunlu ve ebedi gerçekler midir?"

  • masamda gönülsüzce doldurulmuş bir form, üstünkörü yanıtlanmış ya da yanıtsız bırakılmış sorular. "bu görüşmede başlıca ele almak istediğiniz sorunlar" kısmı özellikle boş, anne baba ile ilgili soruların olduğu kısımlar detaysız.

    bir kurum görevlisi giriyor odaya, başka birkaç form bırakıyor öncekinin üzerine. yirmi dakikalık bir görüşmenin ardından tanı ve tedavi bilgileri yazılacak üzerine. tanınacak ve iyi edilecek, iyi oldu mu diye kontrol etmek için yeni bir randevu tarihi belirlenip yazılacak.

    bir oğlan çocuğu giriyor sonra içeri, donuk bakışlarını yerleştiriyor masamın üzerine. gözlerini yakalamaya çalışıyorum, gönülsüzce bakıyor. sorular soruyorum, üstünkörü yanıtlıyor ya da yanıtlamıyor. başlıca ele alınması istenen sorunlara yanıt yok, anne baba kısımları detaysız. formda eksik kalan görüşmede tamamlanmıyor.

    buraya getirildiği için mi tedirgin ve öfkeli yoksa buraya getirilmesini gerektiren şeyler nedeniyle mi, hiçbir fikrim yok. bir sonraki sorulacak soruyu kestiremeden bir şeyler soruyorum, her seferinde birkaç kısa birkaç cümle ile etimi koparıyor.

    on dört yaşında. annesi birkaç yıl önce kansere yakalanmış, birkaç yıldan az yaşayabilmiş. babası uyuşturucu kullanırmış, altı ay önce cezaevine girmiş. belki salınırmış birkaç aya, salınmasa ne iyiymiş. dövermiş, sadece dövse yine iyiymiş.

    altı ay bir başına yaşamış evinde, doğum günü gelmiş geçmiş. on dört olmuş.

    bir esnaf lokantasında aşçı yamaklığı karşısında karnını doyurmuş. kış zaten henüz bastırmamış, battaniyeler örtünmesine yeterli olmuş. elektriklerin henüz kesilmediği zamanlarda televizyon izlermiş, ses olsun istermiş evde. ama bir de epilepsi hastasıymış. ışık nöbetlerini tetiklermiş, televizyon ışığı mesela. evin elektriği kesilene kadar zaman zaman nöbet geçirirmiş, sonra devrildiği yerden kalkar ve battaniyenin altına girermiş. allah vere nöbetleri pek sık değilmiş o aralar. zaten allah'ın ona verdiği ancak bu kadarmış.

    söylemiş miydim; altı ay bir başına yaşamış evinde, doğum günü gelmiş geçmiş. on dört olmuş.

    sosyal inceleme raporuna göz gezdiriyorum; üç beş akrabası varmış ama ona bakacak durumları yok imiş. hem babası ile de kavgalılarmış, yüzüne bakılacak adam değilmiş. teşekkür edip telefonu kapatmışlar. oğlanın yüzüne kimse bakmamış.

    yirminci dakika olmak üzere, görüşmede başlıca ele alınması istenen sorunlar kısmı hala boş. zihnimde evde bir başına nöbet geçirişinden, düştüğü yerden kalkıp kanepesine geçişinden başka sahne yok. kaç sahne tahayyül edilebilir, kaç sahne bilinebilir ve kaç sahneye katlanılabilir, bilmiyorum.

    bilinç hep sahnede, kapandığı birkaç dakikalık nöbetler dışında. bilinç orada ve odamda. başlıca olarak ele alınması istenen sorunlarda.

    üstelik ortada bir sahne de yok.

  • birisi kuyuya bir taş atmış, millet bunun üzerinden kavga ediyor.

    abd’de hala faks kullanılıyor olabilir. ben 22 yıldır bu ülkedeyim, ve bu güne kadar sadece bir kez faksa işim düştü. o da 15 yıl kadar önceydi. buraya gelmeden önce ise türkiye’de çalıştığım şirketlerde faks makinamız bozulsa iş yapamayacak durumdaydık. mutlaka bu devirde faks kullanmaya devam eden bir işletme çıkacaktır. abd’de de, türkiye’de de, avrupa’da da uç örneklere rastlayabilirsiniz.

    bugün japonya hala 3.5 inç floppy disk üretimi yapmaya devam ediyor. çünkü temel bazı sistemleri hala disket üzerinden çalışıyor. aynı şekilde abd’nin nükleer füze sisteminin de floppy disk üzerinden veri alışverişi yaptığını okumuştum. devlete ait sistemler öyle bunun yenisi, hızlısı çıktı diye değiştirilmez. bir işe bütçe ayrılması için ihtiyaç oluşması ve bunun için bütçeye onay verenlerin ikna edilmesi gerekir. o nedenle, mesela bu ülkede iki yılda bir kaldırımların kazılıp yeniden yapıldığını göremezsiniz. bir kere tam yapılır, ondan sonra 50 yıl yerinde kalır. en fazla bakım tamirat geçirir.

    aynı şekilde, floppy diski cd rom çıktı, cd rom’u bluray çıktı, bluray’i cloud yaygınlaştı diye, değiştirmiş olmak için değiştirmezler. nükleer füze sistemleri floppy diskle çalışıyorsa bunu kafaya göre değiştirmek hem gereksiz maliyettir hem de tahmin edilmeyen güvenlik açıklarına davetiye çıkarmaktır. bir devlet dairesi işini faksla görebiliyorsa daha modern sistemlere geçiş için bir maliyet analizi yapılır. eğer maliyeti getirisinden fazla olacaksa sırf modern çağa ayak uydurmak adına gereksiz bir maliyetin altına girilmez.

    bu şuna benziyor. benim evimde bugün iki tane apple tv var. sayısını tam olarak hatırlamadığım, 10-15 streaming platformuna para veriyorum. üstüne itunes koleksiyonumda 70-80 kadar film var, üstüne bir o kadar da bluray ve dvd filmim var, ve bunlar için bir 4k bluray oynatıcısına sahibim. bütün bunların üstüne bir de kenarda bir adet vhs kasetçalar tutuyorum çünkü 100’ün üstünde klasik siyah beyaz film kasedimiz var ve o filmlerin çoğu ya arasan da bulunmuyor ya da bulunsa bile sadece satın alınabiliyor. o filmleri sıfırdan satın almaya ihtiyaç duymadığımız için hala vhs gibi 1970’lerden kalma bir teknolojiyi bugün evimizde barındırıyoruz. bunu da ev teknolojilerine her sene binlerce dolar harcayan, çamaşır odasında bile homepod bulunan, bahçesini homekit üzerinden sulayan, maydonozuna, nanesine kadar teknoloji kullanarak yetiştiren bir aile olarak yapmaktayız. en son teknolojileri başkasından önce kullanmak eski teknolojilerden kolayca kurtulabileceğiniz anlamına gelmiyor.

  • eğer karşıdaki insan ya da insanlar sizden kendilerine bir zarar gelmeyeceğini anlarsa yaprağı sapıyla beraber yediniz demektir.

    mutlaka bir azı dişiniz olmalı. bu zenginlik olur, kanunlara hâkim olmak olur, iri ve adaleli bir beden olur, akıcı ve ikna edici bir üslup olur, sosyal statü olur; muhakkak karşı tarafta "bana bir zarar verebilir" intibaı uyandırmanız gerekiyor.

    aksi takdirde ezerler..