7109 entry daha
  • ahşaptan bir kukla, gözlerini açtı birden dağların denizlerin büyüklüğüne, sonra gezdi alemleri, aklı bir karış havada kaldı. bir nokta kadardı kainatta. uçsuz bucaksız zamanın içinde kayboldu. aramaya başladı özünü, bulma ümidiyle. buldu da ne çare ki elinde tutamadığı gözüyle göremediği bir şeydi bu. bulduğunu biliyordu, ama ona yaklaşamıyor özlemini gideremiyordu. özü olana ulaşmak için bir plan yaptı. kaderini yazması gerekirdi, bunları yaşamadan özüne kavuşamazdı. yazdığı kaderini yaşamaya başladı, binbir çeşit kuklaya ve o kuklalara ait kaderlere şahit oldu. yedi içti güldü eğlendi, çabalarının karşılığını misliyle alıyordu. vedalaşma vakti geldi, mutluydu ayrılırken, çünkü özlem gidermenin de vakti gelmişti.
  • fraktal gezegeninde herkes belirli aralıklarla kendi fraktalının içinde kaybolabiliyordu. bir çeşit terapiydi bu gezegenin fanileri için. fraktallar da kar taneleri gibi eşsiz bir yapıya sahipti. kendi fraktalının içinde kaybolmak demek bir süreliğine gezegendeki her şeyden uzaklaşıp başka bir boyutu yaşamak demekti. her fraktalın solucan deliğine benzeyen bir tünele açılan kapısı oluyor ve gerçek hayatta hiçbir zaman karşılaşma şansın olmayan ruh eşine ulaşabileceğin başka bir fraktalla buluşuyordu. kapıyı açmak ya da açmamak senin seçimindi çünkü o kapıyı açıp deneyimleyenler gerçek hayata adapte olmakta çok zorluk çekiyordu.

    “bu sefer açacağım o kapıyı” dedi içinden, “ne olursa olsun!”. fraktalına girdiğinde yaşadığı huzur inanılmazdı. keşke hep orada kalsaydı. bir süre fraktalın içinde dolandıktan sonra o kapı çıktı karşısına, ne bekliyordu onu acaba, kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı. kapı açıldı ve bir ışık parladı o an, iki ruhun çarpışmasıydı bu. birbirine sarılıp dolandı ruhları, beyninin ve bedeninin yaşadığı bu haz inanılmaz bir histi. gerçek hayata dönmek çok zor olacaktı artık, biliyordu.

    not: bir fraktal rüyası… bilinç altımız hakkında sadece buz dağının görünen yüzü kadarını biliyoruz. o dağın altında ise kendimiz hakkında bizim bile tahmin edemediğimiz bilgiler saklı.
  • hastanenin önündeydim ve güneş doğmak üzereydi; tam o an hayatım hakkımda düşüncelere daldım..

    açtığım bir film, dizi ya da okuduğum bir kitap, gerçekten ne ifade ediyordu?
    biraz farkındalık, biraz da düşünme fırsatımızın olmadığı şeyleri görmeye ve anlamaya; fakat bu yeterli miydi?
    yaz güneş'inin altında sevdiğin biriyle vakit geçirmeyi ya da aileyle, sevdiklerinle geçirilmiş güzel bir günün hayat sahnesine kaydolmasını sağlıyor muydu?

    ansızın hayat sevdiklerimi çalıp götürene dek ölüm uykusuna yatmıştım; hayatın hep aynı kalacağına dair gençlik inancım yüzünden tüm güzel güneşli günleri ve gülüp eğlenebileceğim anları çöpe atmıştım.
    oysa zamanım vardı, öyle inanıyordum..

    belli bir süreden sonra çok okumanın, çok izlemenin de zararlı olmaya başlaması kaçınılmaz bir şey.
    en iyi arkadaşım ölmeden nietzsche okuyordum, babaannem ölmeden önce ise six feet under'ı izliyordum. doktorların "iyi olacaklar" deyişine kanarak, kafamı kaldırıp onların dünyadaki son zamanlarını geçirdiklerini anlayamamıştım, onların yanında olamamıştım..

    aynı çok okuyarak ve izleyerek, kendi kabuğuma çekilerek bir böceğe döndüğümü, insan olarak yaşamanın ne olduğunu unuttuğum gibi...

    ("hastane" adlı öykümden kesit)
25 entry daha
hesabın var mı? giriş yap