• rahatsız edici bir kadındı.
    sadece kendisine inanmayanları değil, inananları da rahatsız edici bir yönü vardı.
    o böyle büyük bir şevkle azimle bir şeyler yapmak için kendini heba ederken 20li yaşlarında bir insan için onu seyretmek rahatsız edici olabiliyordu.
    "eh ama iyi para kazanıyor, yapacak tabii" desen, kazanmıyordu.
    "sağlığı yerinde, yapsın" desen kanserdi. daha ne olsun.
    "bu yaşta yapmayacak da ne zaman yapacak" diyemezdin çok yaşlıydı.
    "ne olacak ki iki yıl ben de takılırım öyle" desen kadın 40 yıldır yapıyordu.
    "elin adamı gelip yapacak değil ya, işi ne, türkün türkten başka dostu mu var" desen esassında annesi türk bile değildi. zaten türkiyeyi hakkıyla sevebilmek için türk olmamak daha bir hayırlı sanki.
    "işi gücü yok bununla kendine meşgale arıyor" desen. aynı anda uğraştığı işleri üst üste koysam altında boğulursun.

    sonuç itibariyle "öldü" demiş ya birisi, "öldü" evet. bu kadar basit. sıradan insanlar için yaşaması büyük bir sorundu. evde otururken, gezerken, eğlenirken varlığı bile rahatsız ediyordu. öldü, rahatladık. aynen kaldığımız yerden devam, vur patlasın çal oynasın.
  • ugur dundar kendisi hakkinda cok hos ve manidar bir yazi kaleme almistir :

    ---
    hiç unutmuyorum, 1977 baharıydı. doğanın gelinlik kızlar gibi renklendiği günlerin birinde, profesör dr. türkan saylan ile, onun, istanbul üniversitesi tıp fakültesi hastanesi”ndeki odasında buluştuk.

    türkan hoca, türk insanının filmlerden, romanlardan tanıyıp korktuğu, hatta doktorların bile yanlarına yaklaşmaya cesaret edemediği cüzzam (lepra) hastalarının tedavisi için savaş vermeye başlamıştı. yurdu karış kırış dolaşıyor, karşılaştığı her cüzzam hastasını yeni bulunan bir ilaçla tedavi ediyordu..bu amaçla bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesi”nin arka tarafında, ağaçlar arasında, çukur bir yerde inşa edildiği için uzaktan hiç fark edilmeyen küçücük lepra hastanesi de bu çabanın odağı olmuştu…

    o yıllarda trt nin tek kanallı televizyonuna yaptığım programlar büyük ilgi görüyordu. hoca ile buluşmamız da, onun çağrısı ve toplumu bilgilendirme amaçlı bir program ricasıyla gerçekleşmişti.

    mütevazı odasında “bakın çocuklar!” diyerek başladığı konuşmasında, toplumun cüzzamı (lepra) yeterince tanımadığını, abartılı filmlerden ve romanlardan kaynaklanan gereksiz bir korkunun insanlara egemen olduğunu anlattı. ilginç örnekler verirken, bağışıklık sistemi güçlü olanlara bu hastalığın kolay kolay bulaşmadığını, hatta bazen evli olan çiftlerde bile, hastalığa yakalananın diğerine bulaştırmadığını gördüğünü söyledi.

    benim içim rahatlamıştı. ama kameraman ve sesçi arkadaşlarımın ürkekliği hala sürüyordu. onları kendilerine bulaşmayacağı konusunda güçlükle ikna ettikten sonra hep birlikte kalkıp, bakırköy”e, o minik kliniğe gittik. çekinerek girdiğimiz yer, bir yatakhane görünümündeydi. hoca o yataklardan birine doğru gitti. karşılaştığımız görüntü anlatılacak gibi değildi.

    yatağın üzerinde oturan hastanın bacakları dizlerinden, kolları dirseklerinden itibaren erimişti. kulakları ve burnu yoktu, gözleri görmüyordu… türkan hanım, yavrusunun saçlarını okşayan bir anne şefkatiyle yaklaşıp:

    “nasılsın (……) hanım?” diye sordu.

    et ve kemik topu görünümündeki kadın, hoca”nın sevgi dolu ellerine, eli olmayan kol kemikleriyle sıkı sıkıya sarılıp;

    “iyiyim hocam, çok iyiyim, allah sizden razı olsun!” dedi.

    hocanın sevgi ve şefkat dolu yaklaşımı, hastanın verdiği cevap, o ana kadar “acaba bana da bulaşır mı?” korkusuyla çekingen yaklaşımlar sergileyen ekip arkadaşlarım için de büyük bir motivasyon kaynağı olmuştu. artık kendimizi hastalara çok yakın hissediyorduk. hasta kadının yüzündeki gülücükler, televizyon çekimi yaptığımız gün boyu hiç eksik olmadı.

    o gün bir acı gerçeği daha öğrendim. türkan hoca gelinceye kadar hastalar doktorlarla pek yakın bir temas içinde olamamışlar. hatta bir hasta, tüylerimi ürperten anısını paylaşırken aynen şunları söyledi:

    daha önce tıbbiye mezunları bizi görmeye gelir ve şu karşıki tepenin üzerine dizilirlerdi. hocaları da uzaktan bir şeyler anlatırdı. biz hastalar, “doktorlara hoş geldiniz demek için elleri bulunmayan bileklerimizle kopardığımız çiçekleri onlara vermek üzere yaklaştığımızda, hepsi adeta çil yavrusu gibi hastane bahçesinin içlerine doğru kaçışırlardı.”

    türkan hoca, işte böylesine yüce bir bilim abidesiydi. olağanüstü çabayla türkiye”de cüzzamın neredeyse kökünü kazıdı. binlerce hastayı topluma, ailelerine kavuşturdu…

    çağdaş yaşamı destekleme derneği”nde neler yaptığını, ne denli büyük başarılara imza attığını belirtmeye hiç gerek duymuyorum.

    ama gelin görün ki, fazilet cellatları, eli öpülesi, anıtı dikilesi bu çağdaş türk kadınına şeytanın bile akıl edemeyeceği iftiraları yağdırmakta yarış ettiler…

    ama ne oldu?

    türkan hoca bir efsane oldu.

    bir türkan saylan ölür, bin türkan saylan doğar… başımız sağ olsun…

    ----
  • son sözleri "görevimi yaptım, ölüme hazırım" olmuş insan. bu sözleri söyleyebilme cesaretine muhtemelen hiç birimiz sahip olamayacağız. kimimiz çok erken, "keşke daha çok şey yapsaydım" diyerek, kimimiz de tüm hayatını hiç gelmeyecek sonralara adayarak geçirdiği için pişmanlıkla gidecek.

    sırf bu son sözleri için alkışlarla uğurlanacak insan. hiç birimiz bu kadar huzurlu kapatamayacağız perdemizi.
  • ölümünün ardından zil takıp oynayan, toplumun kanserli hücreleriyle savaşımız türkan hocamızın bıraktığı yerden devam edecektir. bizi öldürmeyen ancak güçlendirir, sen rahat uyu hocam...
  • binlerce öğrenciye ve okutulmayan genç kızlara, okuma ve yeni bir hayat şansı tanıyan eğitim meleği.

    her bir çocuk, denize atılan deniz yıldızı gibiydi. cehaletin büyüklüğü, karanlığı, kabalığı, kalabalığı onu korkutmadı hiçbir zaman.

    bir deniz yıldızı, bir deniz yıldızıdır, diye düşündü. cahillikten kurtardığı her çocuk, her genç kız onun gözünün içinde parlayan bir yıldızdı.

    kendisine verilen 100.000 dolarlık ödüle, elini bile sürmeden ihtiyaç sahibi çocuklara aktardığında ve fazıl say'ın çydd yararına verdiği konserde gözlerinin içinde binlerce yıldız parlıyordu...

    o, ölmeden önce dediği gibi üzerine düşenleri fazlasıyla yapmıştı.

    geride, onurlu bir isim ve binlerce deniz yıldızını miras bıraktı.

    içindeki iyiliğin yüzündeki yansımasıyla, gülen gözlerle geride kalanlara el sallarken anımsayacağız onu.

    daima.
  • ölümü sonrası kendisine gösterilen saygıyı müridlik olarak niteleyen herşeye tarikat, şeyh vs.. gözüyle bakan, birilerine tapınarak hayatını geçiren insanımsıları da bize göstermiştir. zaten saylan da türkiye'de böyle insanlar kalmasın, okusunlar eğitilsinler diye uğraşmıştır. içimde birilerinin eğitimine önayak olma arzusunu en çok ateşlemiş insandır. umarım pek çoğumuz izinden gideriz.
  • o da gitti işte...daha önce belirtilmiş ama, atasına kavuşmaya 19 mayısta yola çıkıyor. ne anlamlı değil mi? yattığı yer kendisinin bu dünyada saçtığının benzeri ışıklar içinde olsun. allah rahmet eylesin. gözü de arkada kalmasın. bizler varız, karanlıkları aydınlığa çevirmekten asla geri durmayacak, mirasını yaşatacak olan. benim için türkiye genelinde bilinen özelliklerinin dışında ki onları tekrar saymaya gerek yok, ayrıca anlamı vardı. hocam, meslektaşım, daha da önemlisi aile dostu, halamın en yakın arkadaşıydı. çok ama çok özel biriydi. nur içinde yatsın.
  • bazı insanların varlığı rahatsız edicidir. yaptıklarını destekleyenler içinde desteklemeyenler için de. desteklemeyenler çomak sokmalarından rahatsızdır bu insanların, destekleyenlerse, onlar gibi olamadıklarından. gıpta etmek yer yer kıskançlığa dönüştüğünden. vicdan azabı olduğundan. "bu insansa ben neyim" diye sordurduğundan. türkan saylan böyle bir insandı. kızlarımız namaz kılmasın bale yapsın demesinden hoşlanmadım ama cüzzam için, çydd için yaptıklarından hoşlandım. hiç bir insan tamamen doğru ya da tamamen yanlış olmadığından, hataları bir tarafa, ölen bir "insan"dır diye baktım, öyle düşündüm, öyle hissettim, öyle üzüldüm. türkan saylan birinin annesi, birinin karısıydı, birinin kardeşi, birinin evladı, birilerinin hocası. ona minnet duyan, onu sevmiş olan, hayatlarına ışık verdiği binlerce insan var. hiç bir şey yapmamış da olsa, insandı. herkes kadar.

    birileri öldüğünde sela verilir camilerde. insan(olan)lar üzülür, insanlıklarından. köpekler de ulur. uzun uzun ulurlar. belki de onlar için sadece siyah ve beyaz olduğundan. belki de iyi şeyler de yapmış olmayı ayırdedemediklerinden. belki de bir insanın ölümünün ne kadar can yakıcı olduğunu bilip hissedemediklerinden.

    bir insanın ölümüne sevinebilmenin, insanı insan olmaktan en çok uzaklaştıran şey olduğunu söylerim, başka da bi şey demem.
  • türkiye'nin başı sağolsun. bu vatan önemli ve yardımsever bir evladını kaybetti.

    son günlerinde, ergenekon kisvesi altında yoruldu. ve http://www.haber7.com/…/kac-kardelen-var-saylan.php de esra elönü ya da http://www.habervaktim.com/…nunda_muhtac_kaldi.html de görüldüğü ismini açıklamaktan bile aciz kişi gibi gazetecilik oynayan veletlerin ağzına düştü ya ona yanarım...

    kendisine çektirenlerin allah bin kez belasını versin! umarım gittiği yerde huzuru bulur.
  • bu ülkede suretlerinin sayısının artması gerekirken bugün aslı eksilmiş olan aydın ve duru kişilik.
hesabın var mı? giriş yap