• bir insanı nasıl sözlerinden değil, davranışlarından gözlemlemek daha sağlıklıysa, bir şirketi de önemli günlerde yaptığı paylaşımlardan, reklamlardan, pr çalışmalarından ve gösterişli tanıtımlardan değil, işçilere olan davranışından görebiliriz. okuyalım:

    "ricamızdır..
    elden ele yazalım!

    insan haklarından, kadın haklarından söz edip bir yandan işçi sömüren patiswiss sendikalı işçileri işten atıyor!

    sendikalı olmak anayasal haktır, gasp edilemez!
    direnen patiswiss işçilerinin sesini büyütelim!

    #patiswissişçisikazanacak" ~
  • üç yılda 75 bin lira vergi ödeyen malum firma. hem de kaç yüz milyon kazanarak. hayır üç yılda ben bile iki milyon dahi kazanamayarak daha çok vergi verdim.
    marka patendi de çalıntıymış sanırım.
    firmada yok yok maşallah, her tür alavera dalavera mevcutmuş. sözde bir kadın girişimi diye pazarlanıp sonrasında kadın ceosunun başka bir kadın tüketiciye davranışıyla maskeleri düşüp gerçek yüzleri ortaya çıkan firma.

    “hakkımda ne söylerseniz söyleyin yeter ki adımı doğru söyleyin” diye bir reklamcı atasözü vardır ya hani reklamın iyisi kötüsü olmaz gibi, bu firmanın doğru söylenecek ne kendisine ait bi adı ne de düzgün bir icraati var.

    en yakın zamanda iflas bayrağını çekmesi dileklerimle.
  • sadece türkiye'deki değil; tüm dünyadaki işletme okullarında vaka analizi (case study) olarak işlenmesi gereken bir adet girişimci (entrepreneur) ve bozuk ruh haliyle markasını yerle bir etme hikayesine konu olan çikileta markasıdır.

    çok şükür ki böyle canavarca hisle saldıran bir kadına 5 kuruşum bile yâr olmamış. hem kendinin hem toplumun sağlığı için şirketi kapatıp hastaneye yattığı günü görmek dileğiyle...

    alkışlarla yaşıyorum editi:

    öncelikle parmaklarınızla gösterdiğiniz (göstermiş olduğunuz değil! dilimizde -miş olmak diye bir kullanım yoktur. buna ayrı deyinmek gerek...) teveccühten dolayı mahçup ettiniz. egomu kabartan ve ayaklarımı yerçekimine karşı muzaffer eyleyen bu cömertliğinize ne kadar teşekkür etsem az kalır. lütfen kanalıma abone olmayın ve bildirimlerinizin tümünü de kapatın. bildirim, hayat hırsızıdır ve en başta sevdiklerinizden koparır.

    ayrıca sayın hemcinslerim; lütfen tuvaletlere telefonunuzla girmeyiniz. telefon aslında nasıl bir haberleşme aracıysa ve maalesef kuruluş felsefesinden çok uzaklaştıysa klozetin kaderini de buna evirmeyiniz ve kuruluş felsefesine sadık kalarak sadece küçük ve büyük ihtiyacınızı süresi dahilinde gerçekleştirip sizi salonda merak ve hasretle bekleyen insanlara güler yüzle dönünüz.

    gelelim debe editinin mevzusuna… bundan sonrasını özellikle; iletişim, pazarlama, marka alanlarında ve karar verici pozisyonlarda bulunan kıymetli insanlar okusunlar. geri kalan zevat ise genel kültür tadında takılabilir.

    [peşin not: yazılardaki ingilizce kelimeler ve yanlış kullanımlar aralara mavra niyetine bilerek serpiştirilmiştir. ayrıca, unutulmaya yüz tutmuş köşeli parantezi kullanarak sen de geleceğimize bir mum yak.]

    bu olay patlar patlamaz, özellikle linkedin ilhamileri (influencerlar) mal bulmuş magribi gibi paragraf dolusu yazılar/öneriler/tavsiyeler döktürdüler. hızlarına yetişebilmek mümkün değil. gördüğüm pek çoğu da genel geçer kitabî bilgiler. zaten amerikan kitaplarından ve makalelerinden çevirerek tez yazan ve powerpoint programı olmasa ruhunu teslim edecek bir kopyala-yapıştır akademi camiamızın mamüllerinden de fazlasını beklemek haksızlık olur. burası da ayrı değinilecek mevzulardan... ne çok mevzumuz var.

    neler yazmış bu abi ve ablalar? tabii ki hepimiz bildiklerini:

    “müşteri k(ı)ralllldır; kralll... müşteri ne derse o olur." (en baştan yanlış olan amerikan öğretisinin devrim niteliğindeki evriminden habersiz)

    "siyolar (hani şu herkesin ceo olduğu pozisyon), iletişim danışmanları kullanmalıdır." (tabii, yoksa mantar gibi türeyen "kriz iletişimi ajansları" aç mı kalsın?)

    "müşteriyle profesyonel üslup ve nezaketle iletişim kurulmalıdır." (yani diyor ki o sahte ve yapay ve plastik ve samimiyet yoksunu ve robottan çıkmış gibi cevabı bas geç; başın ağrımasın.)

    çabuk tüketilen markalar, tedarik zincirlerine [ba(ğ)zıları supply chainlerine demiş ciddi ciddi] dikkat etmelidir. (vallah de? essah mı?)

    vesaire vesaire… bitmek bilmeyen ezberler kumkuması... batı yakasında her şey aynı.

    bu internet ismindeki mecra öyle bir yer ki gençler artık doğru kaynaklara saniyeler içinde erişerek daha mezun olmadan “marketing communications expert” oluyorlar ve mezun olur olmaz manager unvanlarını talep ediyorlar. haklılar da… çünkü zamanın ruhu meşakkati değil; kolaycılığı, tevazuyu değil; kabalığı ödüllendiriyor.

    birçoğu hayatında “zihinden mideye” adını verdiğim tarım üretim süreçlerine şahit olmadan büyümüş, toprağı ve zorluğunu bilmeden üniversite mezunu olarak “iş” hayatına adım atan binlerce insanın; plazalarda, masa başlarında basmakalıp ve ezbere tekniklerle aylık maaş ile geçinmek için zaman ve ömür tükettikleri ve daha kötüsü, ürettiklerini düşündükleri bir sahte çağın içinde debelenip duruyoruz.

    bunlar çok derin ve felsefe ve tarih ilimlerine ihtiyaç duyduğumuz geniş konular. bir gün fırsat olursa detaylıca görseller eşliğinde konuşmak en güzeli olur. şimdilik öyle bir alanım yok. belki ileride olur.

    peki, ne yapılmalıydı veya benim gibi beğeni eşiği yüksek adam, neyi görse “budur” derdi?

    aslında çok basittir; karmaşık gibi görünen…

    öncelikle kavram çorbası haline getirmeyeceksiniz bu işleri… kriz iletişimi, kriz yönetimi, itibar iletişimi diye diye çorba ettiniz güzelim "iletişim" kelimesini. iletişim, bütüncül anlayışla kişi ve kurumların içine işlemelidir. krizi ayrı, itibarı ayrı, markası ayrı olmaz. başka başka insanlar da para kazansın diye kandırılıyorsunuz. yeni yeni pozisyonlar üretildi tüm 90lar ve 2000ler sürecinde. efemsiğci (fmcg) sektörü (ve aslında sektörün meşhur amerigan oyuncular), ürettikleri birbirinden zararlı mamuller gibi, demlenmemiş ve olgunlaşmamış insan kaynağı pompaladılar. pazarlama adı altında yalan ve sahteciliği kutsamanın tapınakları hale geldiler. 20. yüzyıl tüketim çılgınlığının baş borazanları oldular ve herkesin aklını karıştırdılar. samimiyet, dürüstlük, şeffaflık ve doğallık yerini bulyonların sahte ve zehirli anlayışına bıraktı...

    özellikle kendinden menkul insanların girişimcilik adı altında para kazanma hırslarıyla bezedikleri ticaret hayatının gerçeklerini, içinden çıkılmaz bir hale getirdiniz el birliği ile. şimdi de ilhamcılık oynuyorsunuz. evde çocuğuna söz geçiremeyen ebeveyn, kamera karşısına veya elektronik daktilo başına geçip organize sanayi bölgesi mürebbiyesi haline geliveriyor. halbuki herkes, manhattan'daki aynalı camlı kulelerden fışkıran tabirleri eğip büküyor. kimsenin derdi, üç tuğla da ben koyup bir inşa sürecine katkı sunayım değil... neyse, doluyum bu konularda...

    güzel işletmeci/girişimci/tüccar/her kimsen kardeşim... kimse sizin “sahte” nezaketinizle ilgilenmiyor. günün sonunda bir arıza varsa o arızanın en verimli ve herkesi mutlu eden şekilde nasıl düzeldiğine bakıyor. bunu daha akıllı düzeltmek, vizyonunuz ve mangırınızla doğru orantılıdır. bundan dolayı, paranız yoksa çok reklam vermeyeceksiniz. çok reklam verip artizlik yapıyorsanız paraya kıyacaksınız.

    bu vakada; kendine siyo diyen ve dedirtmeye çalışan ve belli ki klinik seviyede benlik denizinde boğulmuş bir adet insan (kadın değil. iş hayatındaki “genel” durumlar cinsiyetten bağımsızdır. detay hususlarda kadın/erkek ayrımı yapılabilir.), demlenerek kıvama gelmediği için ağza acı tat veren bir çay misali herkesin dikkatini çekmiştir. kendini, hayatı ve zamanı sorgulamak için beş saniyesini ayırmadan ezbere hayatlarla ve talihin yardımıyla hak etmediği koltukların işgaliyecisi olan bu insanlara daha en başta ayna tutamayan zihniyeti sorgulamalı ve ateşe odun taşımanın ağır sonuçlarını görmeliyiz.

    daha en başından, marka ve işletme kurulurken en yetkin iletişim modelini ve stratejisini kurgulayıp yola o haritaya sadık bir şekilde ilerlemesi gerekirken ülkemin tipik kobileri gibi egosunu tatmin etme önceliğine kapılmıştır bu hanımefendi de... bunun sonucu olarak marka, büyük bir itibar ve müşteri (potansiyel dahil) kaybına uğramıştır.

    burada kimsenin dillendirmediği bir mağdur vardır: “devlet ve millet”... sen ben, siz biz yani…

    iki sene devlette yüksek bürokraside çalışmış bir abiniz olarak diyebilirim ki devletin marka ve iş dünyası farkındalığı o kadar düşük ki kendi bile mağdur olduğundan habersizdir. nasıl mı?

    öncelikle bu marka, ülkemizde hayatını sürdürmektedir ve kazandıkça vergi vermektedir. ancak bir insanın oyuncağı haline gelince altın yumurtlayan tavuk, bir anda yok olmaya yüz tutmuştur. bu durumda önce kime girer? tabii ki oradaki çalışanlara. marka kaybettikçe istihdamı ve vergisi azalır. bu da devletin kalemine her bir yandan eksi yazar. siz bunu ancak iflas başvurusunda bulunan şirketlerde görür ve kayyum atanması haberlerini okursunuz. devlet, tavuğu ölmeden kurtarmaya çalışır. genelde de beceremez ve marka kapanır. çünkü iş, işten geçmiştir. devletin en başta müdahil olması gereken konu büyümüş ve zurna zırt deyince "kurtar beni devlet ana" denmiştir. madem devlet, öyle ya da böyle kapısına gelinen bir mecra ise bu işin daha buralara gelmesinden çok önce aktif olarak mevzunun içinde olmalıdır.

    basın müşavirliğini yaptığım ve içine girdikten sonra bir halt olmayacağını anladığım kosgeb'in varlık amacı aslında budur. sadece para vererek değil; şirketlerin daha uzun soluklu yaşamasını sağlayarak sürdürülebilir bir ekonomi ve iş dünyası oluşturmanın en kilit pozisyonunda bulunmaktır. ama nerede devlette o vizyon? al ticaret bakanlığı'nı vur sanayi bakanlığı'na... aydan aya maaşını ve emekliliğini sayan memur zihniyetli adam mı ışık olacak memleketin %99'u olan kobilere? zaten akıl veremeyince para veriyor. o da denetimsiz. senin benim milyonlarca liramız saçmasapan girişimlerin batacağı besbelli kaderlerine boca ediliyor... neyse... bu da ayrı bir mevzu. siyasete girmek istemiyorum.

    işte tam burada, gerçek bir ilhami ( influencer:) asıl noktaya değinir. her şirket devlet için yolunacak bir kaz değil; beslenip büyütülecek bir kaz çiftliği üyesi olmalıdır. yani vizyon, tepeden tavana yayılmalıdır.

    her şeyi devletten beklememek lazım diyenler için de reçete çok bellidir. şirket kurarken kendi nefsinizden, hırslarınızdan, eltilerden ve bilumum ortadoğu zihniyetinden korunmak için önlemler almalı ve çok güvenilir danışmanlık şirketleriyle çalışılmalıdır. bu kadar paranız yoksa özellikle aile ve küçük işletmelerin ölüm vadisi senaryoları anlamlandırılmalı ve oralardan ders çıkarılmalıdır. ama sadece çalışmak yetmez; gerektiğinde kendinizi bile cezalandıracak bir sistem kurulmalı ve o sistem, yüzyıllar boyu sürecek şekliyle temellendirilmelidir.

    yoksa ben de biliyorum yöneticiye sosyal medya uzmanı atamayı… müşteriye sahte nezaket mesajları atmayı veya tedarik sürecinin denetim mekanizmalarını arttırmayı...

    neyse, tavsiyeler ve reçeteler daha gider ama parmaklarım yoruldu… benim gibi çenebaz adam için konuşmak daha güzel ve keyifli. hele şimdi klozette ve telefonda iki büklüm çok zor oluyor. :p :)

    herkese tekrar teşekkürler. belki yakında yuğtup’ta görüşürüz. gerçi müstear ismim (ekşi rumuzum:) bu duygularla yıllar evvel, tam da bu konulara değineyim ve insanlara anlatayım diye sosyal medya ismi olarak oluşturulmuştu ama beceremedim. yapamadım. şartlarım müsaade etmedi.

    ama emin olun orada bile görseniz abone olup bildirimleri sakın açmayın. sevdiklerinizle yaşayacağınız her saniyenin kutsallığı ve değeri ile hareket edin. kendi iradenizi baltalamaya çalışanlara inat bir duruş ile bu kıymetli mecraları kullanın.

    16 ağustos veya 5 şubat gecelerinde yataklarına yatanlar da sabaha sevdikleriyle kavuşacakları garantisiyle uyudular. allah bir daha hiçbirimize yaşatmasın.

    nefes aldığımız her güne şükürler olsun. devletimizde ve işletmelerimizde daha akıllı ve hayatın içinden geçmiş insanlar olsun.

    sevgilerimle…
  • aldığınız çikolata bozuk falan çıkarsa mahkemelerde sürünme ihtimaliniz var. raftan elinize aldığınızda iki kere düşünün.
  • ismini görünce kedi maması firması sandığım.
  • dediği gibi kullanıcının karşısında olan dev migros yerinde olsam ürünlerini satmayı bırakacağım markadır. migros bugunlere müşterilerinin yanında olarak gelmiştir.
  • 20 nisan 2024 patiswiss'in linkedin'deki cevabı çok kötü olmuş.
    almayacağım artık.
  • hala parayla entry girdirip imajını düzeltebileceği sanan firmadır, taktik değiştirin olmuyor zorlamayın kabul edin yediğiniz haltı.
  • ödediği vergi ile ilgili yaptığı açıklamada çok şey yazan ancak hiçbir şey anlatmayan çikolata markası. devlet benim maaşımdan ayda 35 bin tl keserken cirosu belli olan, tüm türkiyede ürünleri satılan bir çikolata markası 3 yılda nasıl 70 bin tl vergi öder bunu aklım almıyor.
  • 15 senedir bu alanda çalışan bir avukatım.

    marka değerini düşürdüğü için şirket tarafından ceo'ya dava açılabilir.

    kıskıskıs
hesabın var mı? giriş yap