• --- spoiler ---

    fight club'a bin basan bir kulüp. özgürlük kulübü. kuralları;
    tavsiye vermeyeceğim, teselli etmeyeceğim.
    mutluymuş gibi davranmayacağım.
    mutsuzmuş gibi davranmayacağım.
    dürüst olacağım.
    --- spoiler ---
  • kim ji won ve son seok koo'yu kadroda görünce konusuna bile bakmadan başladım diziye. henüz 6 bölüm yayınlanmış olmasına rağmen güzel ilerliyor. hatta şimdiden bağlandığımı hissediyorum. aynı şeyi (bkz: be melodramatic) dizisini izlerken de hissetmiştim. absürtlüğün yoğun olduğu çoğu kore yapımına kıyasla gerçekçi karakterlere ve olaylara yer verilmesi beni mutlu etti açıkçası. en basitinden ortada manken gibi gezen tipler yok, milletin elinden paçasından mükemmellik akmıyor, abartının esamesi bile okunmuyor. onun yerine gayet yaşamın içinden, senin benim tanık olduğumuz günlük rutinlere sıkışmış hayatları konu etmişler. güzel bir şey bu. ama ben özellikle mi-jeong ile kendimi çok özdeşleştirdim nedense. iç hesaplaşmaları, çekingen hali ve hayatı sorgulayış biçimi kendimi izliyormuşum gibi bir his uyandırıyor. bakalım... ilerleyen bölümler için heyecanlıyım. tek temennim, dram ve melankoliye gereksizce abanıp, sıçıp batırmamaları. çok yazık ederler.
  • hayatımda izlediğim kendim gibi olan, içe dönük, introvert insanları anlatan en iyi anlatı diyebilirim bu dizi için. başrol kızımızın içsel konuşmaları o kadar güzel ve doğru ki. bu arada erkek kardeşi rolündeki oyuncu müthiş yetenekli onun sahnelerini de zevkle izledim, diyorum nereden hatırlıyorum meğerse the monster filmindeki ağız sulandıran katil oymuş,lee min ki, bir oradaki hale bak bir buraya tamamen zıt kişilikler.
    bakın bunlar sadece bir bölümden alıntılar:
    "sanırım insanlar sadece yalnız olduklarında deli değiller.", "bu yüzden geceleri daha aklım başımda."
    "karakteri-güçü zayıf olan gittikçe şeytanileşir, bu yüzden en şeytanilerin her zaman zayıf noktaları vardır."
    "insanları her zaman korkuluklara benzetirim, gerçekte ne olduklarını bilmezler, sadece olmaları gerektiği gibi davranırlar."
    "diğerleri gibi hayat işte diyerek yaşayıp gidemem,bunu asla yapmayacağım,öldükten sonra nereye gideceğim umurumda değil ,cenneti yaşarken görmek istiyorum."
    hep yapmak istediğimi yapıp sokak lambalarına taş attılar, gece göğü daha iyi görmek için,sokak lambalarını taşlayın demiyorum ,sadece bazen şehirde yaşadığım için gökyüzünü özlüyorum.
    "ben sana tapıyorum."
    çocuğun kızı mimiksiz bir şekilde söylediklerini ağzı açık dinlemesi,beni gülmekten öldürüyor.
  • ağır ağır sakince akan netflix dizisi.

    dizide içine kapanık kişiliklerin önce kendisiyle sonra toplumla bağdaşmaya çalışmasını anlatıyor.

    netflix'in tanıtımında yazan konuyla çok alakası olmayan dizi. tanıtım yazısında "sinir bozucu ve boğucu hayatlarından kaçmak isteyen üç kardeşin kasabalarına gelen gizemli bir yabancı ile yaşayacakları enteresan olayları konu alıyor." yazarken konu buradaki kadar enteresan ve merak uyandırıcı değil.

    iletişimsiz bir baba, iletişim kurmayı beceremeyen bir anne ile yetişen 3 mutsuz çocuk. kardeşlerin arasındaki ilişkide rahatsız edecek kadar uzak ve soğuk. aile içerisinde sorulan sorulara cevap verilmeden geçiştirilmesi bir süre sonra aile içinde konuşmanın da zul olmasına sebep oluyor.

    dizideki sanpo - seul mesafesinden dolayı* mutsuz gibi gösterilen hayatlardaki mutsuzluk mesafede değildi, mutsuzluk iletişimsizlikteydi. karakterlerin mutsuzluğunu mesafeye bağlıyor gibi gösterilmesi asıl mutsuzluk sebebi olan iletişimsizliği gölgelemişti. herkes büyük şehirlerde toplu taşıma seçeneklerine sahip olamıyor. istanbul gibi bir büyük şehirde bile sarıyer'in veya beykoz'un köyünden kalkıp levent'e bostancı'ya işe giden yüzlerce insan vardır. ama bu tek mutsuzluk sebebi değildir.

    bu dizideki mutsuzluğun en belirgin sebebi iletişimsizlikti.

    --- spoiler ---
    evin oğlunun işten çıkmasına bozulan anne ve özellikle babaya oğlunun söyledikleri bizi yetiştiren jenerasyonunun özetiydi.

    "çok sıkı çalıştım.
    sen makinelerle çalışıyorsun. kimseyle konuşmak zorunda değilsin. o yüzden insanlarla çalışmanın nasıl olduğunu bilemezsin.
    ben yine de hiç sinirlenmedim, başımı belaya sokmadım. bana hediye bile aldılar. bu bile yeter. hayatımın geri kalanını boş geçirecek değilim ya!

    çok çalıştın biraz ara ver desen olmaz mı?"

    --

    devamında da ana karakterler hiç konuşmadan kendi tarlalarında küçücük tatlı patatesleri toplarken, komşu tarladaki ailenin mutluluğu, muhabbeti ve buna bağlı aynı toprağın devamındaki komşu tarlada yetişen patatesin büyük ve verimli olması da iletişimin hayatı, insanı ve hatta topraktaki ekini bile nasıl olumlu etkilediğini gösteriyordu.

    --- spoiler ---

    dizinin en sevdiğim karakteri ablaydı. mutsuz ailesine rağmen kendi mutluluğunu bulmak için çabaladı. bunun için korkmadı. daha da cesur adımlar attı.

    my mister'la çok kıyaslandı ama onun kadar derin değildi. ben en azından özgürlük notlarında daha derin ifadelerin yer almasını ve ruhunu özgürleştirmek isteyen kişilerin daha sık bir araya gelmelerini beklemiştim. asıl bu konudan yürüseydiler daha efsane olacaktı.
  • --- spoiler ---

    "amerika'da insanların intihar ettiği meşhur bir uçurum varmış. oradan atlayıp hayatta kalan insanlarla röportaj yapıyorlardı. hepsi de uçurumun üçte ikisine geldiklerinde kendini öldürmeyi istemene neden olan şey artık önemsiz geliyor demişti."

    --- spoiler ---

    diziyi izlerken kırsal hayat, bay gu ile kızın sahneleri acayip dinginlik veriyor. terapi gibi bazen de gülüyorum. bay gu her ne kadar kaçmış, yenilmiş, arayışta biri gibi gözükse de pişmiş, yüksek bir olgunluğa erişmiş. acaba ben ne zaman rolls royce arabamın anahtarlarını tuvalet dolabında saklama mertebesine ulaşacağım. ahlat ağacında geçen bir replik var. kendimizi çok önemsememizle ilgili. "aslında o kadar da önemli biri olmadığımız ortaya çıktığında, neden üzülüyoruz ki hemen? bunu temel bir aydınlanma alanı olarak ele alabilsek daha iyi olmaz mı?"

    hayat koşuşturmasında kendimizi, çevremizi, eşyaları, parayı aşırı değerli görüyoruz. sıradan bir yaşam için ölümden dönmek gerekmiyor. kibirlerimiz, hırslarımız yüzünden bu dünyaya yaşamak için geldiğimizi unutuyoruz. değersiz şeyleri sırtımızda taşıyıp duruyoruz. bay gu yükünü atanlardan biri.
  • son zamanlarda izlediğim en iyi dizi olarak hafızamda yerini aldı. dizi, başlangıçta şehirden oldukça uzakta, taşra olarak nitelendirdiğimiz bir yerde yaşayan aileyi anlatıyor. anne, baba ve 3 kardeşin hayatı…

    dizi, adını, mi jeong'un (en küçük kardeş) işyerinde kurduğu kulüpten alıyor. izlerken birtakım replikleri not almıştım, buraya bırakıyorum:

    “bugün güzel bir şey olacak.”

    “harika bir insanım. kimseden beni sevmesini istemeyeceğim.”

    “hoşlandığımı düşündüğüm insanların hepsinde beni rahatsız eden şeyler var. gerçekten hoşlandığım tek bir kişi bile yok. bu yüzden mi farkında olmadan yoruluyorum merak ediyorum. bu yüzden mi kendimi hep yalnız ve terk edilmiş hissedeceğim? böyle birini bulmaya karar verdim. diğer kişi kararsız olsa bile aldırmayacağım. onu sevmeye devam edeceğim. bu, amaçsızca insanlarla uğraşmaktan daha iyi değil mi? farklı bir şekilde yaşamak istiyorum.”

    “özür dilemek eskiden harika bir şeydi. kendi kendine düşünmeyi gerektiren ve dayanılmaz derecede acı veren cesaret dolu bir eylemdi. ne zaman mecbur kaldığımız korkakça bir şeye dönüştü? artık o cesur, dokunaklı özürleri görmüyorsun. bu beni çok üzüyor.”

    “neden yaşamam gerektiğini bilmiyorum ama yaşarken düzgün bir hayatımız olsun. kendimi her gün böyle zar zor sürüklüyorum.”

    “sarhoşken ayık olduğumdan daha insanım.”

    “birini nasıl kalbin çarpacak kadar seviyorsun anlamıyorum. kimseyi sevmediğimden değil. kimseyi o kadar çok sevmedim. neyse. benim kalbim sadece kötü bir şeyler olduğunda çarpıyor. utandığım zaman, sinirlendiğimde, 100 metre koşusundan önce. hep kötü şeyler için. birinden hoşlandığım için hiç kalbim çarpmadı. birinden gerçekten hoşlandığımda bence tam tersi oluyor. kalbim daha yavaş atıyor. sanki bir şeyden kurtulmuşum gibi. hayatımda ilk kez huzurlu hissediyormuşum gibi.”

    “utanç duyuyorsan utanç duyup geç işte. hayat bir dizi utanç kaynağı zaten. doğduğun andan itibaren utanç verici. çıplak doğuyorsun.”

    “bugün kilisede insanlarla konuşurken bile tüm gün kalbim acıdı. geriye dönüp baktım da fark ettim ki sen yanımdayken hep eğleniyorum. her zaman gülümsüyorsun... sana ümit verdiğimi düşünmen çok normal. özür dilerim. umarım ilişkimiz burada bitmez…”

    “bu kış birini sevebileceğimi düşünüyorum.”

    “dört kişilik bir aile görmek, grupça alışveriş yapan kadın görmekten daha kötü. o mükemmel kaleler.”

    “uzun zaman önce televizyonda bir şey gördüm. amerika'da insanların intihar ettiği ünlü bir uçurum var. o uçurumdan atladıktan sonra hayatta kalanlarla röportaj yapmışlar. hepsi şöyle demiş: uçurumdan aşağı bir süre düştükten sonra intihar etme sebebin ne olursa olsun o an hiç önemli gelmiyormuş. birkaç saniye önce, tek çıkış yolunun ölüm olduğunu düşünüp atlamışlar. ama sadece birkaç saniyede bu his önemsiz bir hale gelmiş… yaşamanın bu kadar acı verici olduğunu düşünen biri için terapi almak, ölmeden uçurumdan aşağı düşmek gibi….”

    “- ben, saçımı kazıtırsam özgür hissederim bence. benim için kafamı kazımak basit bir hayvana dönüşmek anlamına gelir. isimsiz bir hayvan. bence öyle yaşamak iyi olurdu. bu kadar uğraşarak bir şey başardığım söylenemez. keşke öyle yaşamasaydım. sanki kafamı kazıtsam güzel görünme arzum ve bir erkeğe olan arzum tamamen yok olurdu. ben de karar verdim. bu kış ya herhangi birini seveceğim ya da saçımı kazıtacağım. en azından birini yapacağım. bu sefer tereddüt edersem hayatım boyunca saçım yüzünden acı çekeceğim.

    - kafanı kazıtma. o herhangi biri ben olurum.”

    “lütfen, üşütmesin bile.”
  • introvert olmanın ilk kez gözüme sempatik göründüğü, gerçek hayattan kesitler sunan muhteşem dizi. dizinin depresif olduğu kanısına katılmıyorum. dizi baştan aşağı o kadar gerçekçi olayları işliyor ki... durup uzun uzun dalıp sonrasında kişiyi dehşete düşürebiliyor. bu dehşete kapılma, hüzün veya korkuyla alakalı değil. idrak etmenin, aydınlanmanın verdiği bir duygu. daha önce de yazılmış, varoluş üzerine ciddi ciddi düşündürüyor. hayattan beklentileri sorgulatıyor. anın tadını çıkarmayı fark ettiriyor. diziyi izlerken bende uzun yola çıkmışım gibi bir hissiyat oluşturuyor. yorgun argın bir iş gününün ardından arkadaşlarla buluşulup dertleşildiği, yiyip içip eğlenilmiş gibi huzur ve eğlenceli anlar veriyor. samimi ve gerçekçi yapımların hastası olan beni mest etmiş güzel yapım. ikinci sezon için evrene mesaj göndermeyi ihmal etmiyorum, hani belki yani neden olmasın.

    --- spoiler ---

    https://pbs.twimg.com/…aacwch?format=jpg&name=large
    ''something good will happen to you today''
    --- spoiler ---
  • beni derinden etkilemiş ve favorilerim arasına hızla girmiş kore dizisidir. öncelikle bir şekilde yolunuz bu entrylere düşecek kadar dizi hakkında bilgi sahibi olduysanız kaçırmadan ve oyalanmadan izlemenizi tavsiye ediyorum.

    saçma sapan bir sürü yapımdan sonra hayatın duyguların kendisiyle alakalı bu güzelliği izlemek o kadar iyi geldi ki. biri bana sen kimsin dese bu diziyi izle beni biraz anlayabilirsin derdim herhalde. bilemiyorum belki de diziyi yeni bitirmiş olmanın verdiği gazla bu kadar iddialı cümleler kuruyorumdur.
    senaryodaki her cümle içime işledi kendimi gösterdi bana sanırım. ailedeki o garip huzursuzluk ama birbirinden kopamama, hiçbir zaman tam olarak mutlu hissedememe, iş yerindeki saçmalıklar, bazen sadece çok yorulmuş olmak ve dinlenmek istemek, tanımak için şans vermediğimiz insanlar, birine kalbimizi açınca bünyeye gelen o sempatik olma hissi :) ve daha niceleri.

    özgürlük kulübü kurma fikri mi? neden olmasın!
  • güzel bir dizi. genelde depresif denmiş ama bana depresif gelmedi, gerçekçi ve hatta eğlenceliydi bile. o aile ortamını, sofrada hızlı hızlı bir şeyler yemeleri ve imece usulü evin işlerini kotarmalarını gülümseterek izletti. iş yerindeki mobbing'ler, kadın erkek ilişkileri, genel insan ilişkileri ve geçinme çabaları, kendimizle başbaşa kaldığımızda yaşadığımız yüzleşmeler, iç monologlar, yaralandığımızda içe dönmek ve izolasyon ihtiyacı duymak, işten eve dönüş yolunda daldıkları düşünceler, ebeveyn çocuk ilişkileri, oğlunu asla desteklemezken el oğlunu destekleyen zira oğlunda kendi zayıf taraflarını gören baba, hayatını çocuklarına adamış ve artık "memnuniyet hissi"ni unuttuğu için sadece söylenen anne; o kadar herkesin kendisinden parçalar bulabileceği sımsıcak bir diziydi ki bitmesin istedim. hele o ailenin en küçük kızının "insan ilişkileri çok efor gerektiriyor, bu kadar eforu neden harcamalıyım?" minvalli iç sesleri aah ah diyorum.

    çok güzeldi. kore dizilerini sevsem de bir kere izleyip bitirdiğimi genelde sonradan hatırlamam, kof soap operalar birçoğu. fakat bu dizi bazı bölümlerini "baştan izlerim" dediğim nadir kore dizilerinden oldu. aşk namına başarılı bir kurgusu yoktu, aşk teması bence diziye dair sönük bir detay fakat insanın yolculuğu adına derin, anlamlı ve ufuk açıcıydı. tavsiye edilir.
  • gerçekten güzel dizi. ben de dizinin depresif olmadığına katılanlardanım, çünkü her karakterin kendi içinde umudu ve yorgunluğun getirdiği telaşsızlıkla da olsa bir yaşam mücadelesi var her şeye rağmen. arada diziyi özledikçe izliyorum, çünkü her bölümde neredeyse her karakterin ağzından ders niteliğinde sözler dökülüyor. o sözleri bir çırpıda harcayası gelmiyor insanın.

    "bence 'kırıldım, yaptığın şey yanlıştı' demekte sorun yok. ama 'özür dile' deyince, sanki tartışmasız bir sonuca varılıyor gibi. sen kurbansın, diğer kişi de suçlu. özür dilemek eskiden harika bir şeydi, değil mi? kendi kendine düşünmeyi gerektiren ve dayanılmaz derecede acı veren cesaret dolu bir eylemdi. ne zaman mecbur kaldığımız korkakca bir şeye dönüştü? artık o cesur, dokunaklı özürleri görmüyorsun. bu beni çok üzüyor."
hesabın var mı? giriş yap